GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE BANDIRMA

Bir şehrin sokakları sadece yollar değil, aynı zamanda hatıraların, yaşamların izlerini taşır. Bandırma da bu anlamda benim için yalnızca yaşadığım yer değil, gençliğimin, anılarımın, dostlukların şekillendiği bir kent oldu. Özellikle meyhane kültürü, şehri farklı bir boyutta yaşamamı sağlayan önemli bir parçasıydı. Kahve kültürüm olmadı belki, ama meyhanede adam gibi içki içenlere her zaman saygı duydum. Biz böyle bir terbiyeyle büyüdük. Bandırma; bir zamanlar sahip olduğu bu canlı ve samimi kültür, kaya gibi sağlam mekânlarla şekillenmişti: Tevfik abinin denizle içiçe olan şehir restoranı, Kaya'nın yeri, Divan Alı, Belenli Ahmet'in Funda restoranı, Hasan Basri Onat'ın Mışkası, Marmara ızgara salonu, Köfteci Basri, Şevket ve Kemal, Erol Tarlı'nın Kulisi, Kekin'in, Kaptanın yerleri, Sefertası, Ersin Yordanlı'nın Teras restoranı, Çınaltı'yla Erbil'in İnce Uzun'u ve diğer unuttuklarımız... Bunlar sadece içki içilen yerler değil, aynı zamanda şehrin ruhunu oluşturan sosyal mekânlardı. İnsanların bir araya gelip dostluk kurduğu, dertlerini paylaştığı, şehirle özdeşleşen yerlerdi. Şimdilerde ise bu yerlerin yerini adını bile bilmediğim, kimliğini yitirmiş barlar ve pub'lar aldı. Geçmişte Bandırma'nın nüfusu bugünkünün ellide biri kadardı belki, ama o zamanlar şehrin kendine has bir dokusu vardı. Nüfus artıp, teknolojinin etkisiyle şehir kozmopolit bir kimliğe bürünürken, o dokudan geriye kalanlar da birer birer silindi. Eskiden Livatya vardı mesela, denize girerdik; kadınlara ve erkeklere ayrı zamanlar ayrılırdı. Martılar Kayası, Sıcak Suyu gibi doğal güzelliklerimiz, adeta kaçamak yapılan saklı cennetlerdi. Bugün ise bu doğal güzellikler beton yığınları arasında kayboldu, tıpkı eski Bandırma gibi. Her sene Haziran ayında kiraz festivaliyle, güzellik yarışmalarıyla Erdek, geçmiş zamanların muhteşem bir tatil cennetiydi. Tatlısu, Tanaşa gibi mesire yerlerimiz vardı; doğa ile iç içe huzur bulduğumuz yerlerdi. Fakat bunlar da geçmişin bir hatırası olarak kaldı. Şimdi ise o güzelim yerlerin yerini rantın körüklediği sıkışık binalar ve betonlar aldı. Şehir büyüdü, modernleşti derken, aslında özünü kaybetti. Bize bir zamanlar denizden gelen gece gemilerimiz vardı, Etrüsk ve Kadeş gibi; bir de trenlerimiz... Şehirle olan bağımız daha doğal, daha insancıldı. Şimdi ise İstanbul bağlantısı koparılan trenlerimiz direniyor ama feribotlar sadece anılarda kaldı. Bir de uçaklarımız vardı; 70'li yıllarda Bandırma-İstanbul arası uçak seferleri yapılırdı. Bandırma, o dönemlerde gerçekten büyük bir geleceğe doğru ilerliyordu. Ancak yıllar geçti, siyaset değişti, şehir büyüdü ama il olma hayalimiz hâlâ gerçekleşmedi. O dönemde Bandırma’nın il olması gerektiğini savunanlar, bugün neredeler? 2024 yılına geldik, ama bir zamanlar bize söz verilen o büyük gelecekten eser yok. Şehir, kimliğini ve ruhunu kaybederek sıradan bir kasaba görüntüsüne büründü. Bandırma’nın geçmişi geride kaldı, evet, ama geride kalan bu yılların bize öğrettiklerini ve şehrin kültürel mirasını nasıl koruyacağımızı geç de olsa öğrenmeliyiz. Yoksa bugünün büyük betonları, bizi daha da boğmaya devam edecek. Bize geçmişimizi geri verin demek belki mümkün değil, ama o eski günlerdeki insani ilişkileri, sıcaklığı, kültürü geri kazanmak için hâlâ bir şansımız var. Bandırma’yı tekrar yaşanabilir, insan odaklı, kültürel değerlerine sahip çıkan bir şehir haline getirmek, elimizde. 18-09-2024 /Serhat Ozar